İklim Yasası Umut Veren Bir Başlangıç olabilir mi? - Lale Incesu
- Lale Incesu

- 7 Ağu
- 3 dakikada okunur
İklim değişikliği, artık soyut bir çevre sorunu değil; hayatın her alanını etkileyen çok boyutlu bir kriz. Türkiye gibi kırılganlık düzeyi yüksek ülkeler için bu kriz, sadece çevresel değil aynı zamanda ekonomik, toplumsal ve hukuki bir meseledir. Gıda güvenliği sorunları, su stresi, orman yangınları, seller ve dolu gibi aşırı hava olayları, ülkemizde giderek artmaktadır.
Bu etkilerin, gelecekte daha da şiddetlenmesi ve özellikle kadınlar, yaşlılar, göçmenler, çocuklar,
engelliler ve düşük gelirliler gibi kırılgan grupları daha fazla etkilemesi beklenmektedir. Bu nedenle
kapsamlı bir İklim Kanunu hazırlanması, geç kalınmış ama olumlu bir adımdır. Ne var ki Ankara Barosu
Kent ve Çevre Merkezi’nin görüşlerinden de yararlanarak mevcut yasa teklifine karşı eleştirilerimizi
belirtelim.
Bu konuda, en kapsamlı uluslararası sözleşme olan, Paris ankalması, iklim krizinin önüne geçmek
amacıyla 197 ülkenin ortak hareket etmesinin kabul edilmesi önerilen uluslararası bir anlaşmadır. İklim
krizinin önünde küresel geçiş için ortalama yüzeylerin artmasındaki artış 2 derece ile sınırlandırmak,
mümkünse 1,5 derece altında tutmayı genel olarak sağlamaktır.
22 Nisan 2016 da bu sözleşmeyi imzalayan Türkiye,üzerine düşen sorummluluklar için henüz yeni bir
kanun çıkarma aşamasındadır.
Yasaya Eleştirel Bir Bakış: Eksikler Neler?
Teklifin genel yaklaşımında, ekonomik büyüme ve kalkınma hedeflerinin çevresel kaygıların önüne
geçtiği gözlemleniyor. Oysa çağdaş hukuk anlayışı, çevresel sürdürülebilirliği bir lüks değil, devletin
temel yükümlülüklerinden biri olarak kabul eder. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2024’te verdiği
önemli kararda da, iklim değişikliğiyle mücadelede etkili bir yasal sistemin, bireylerin yaşam hakkını
koruma bağlamında zorunlu olduğu açıkça belirtilmişti.
1. Net ve Bağlayıcı Emisyon Azaltım Hedeflerinin Eksikliği
Teklif, Türkiye’nin mevcut emisyon artışı öngören beyanlarına atıfla yetiniyor. Oysa bilimsel veriler, orta
vadede sera gazı salımlarında kesin ve geri döndürülemez bir düşüşü zorunlu kılıyor. Bu bağlamda,
yasanın daha kararlı ve bağlayıcı hedefler içermesi gerekiyor.
2. Enerji Sektörüne Yönelik Dönüşüm Planının Belirsizliği
Türkiye’nin sera gazı salımında en büyük pay enerji sektörüne ait. Ancak teklif, bu sektöre dair yapısal
bir dönüşüm hedefi sunmuyor. Özellikle kömürden çıkış gibi somut adımların ne zaman ve nasıl atılacağı belirsiz. Bu eksiklik, yasanın etkili olma kapasitesini ciddi şekilde sınırlıyor.
3. Bilimsel ve Bağımsız Bir Danışma Organının Eksikliği
Kanunda, iklim politikalarının belirlenmesini bilimsel temellere oturtacak, tarafsız ve uzman bir danışma kuruluna yer verilmemiş. Oysa pek çok ülkede, böyle kurullar hem hükümete rehberlik etmekte hem de uygulamaları denetlemektedir
.
4. Adil Geçişin Sosyal Boyutu Göz Ardı Edilmiş
Kanunda “adil geçiş” kavramına yer verilmiş olsa da, bunun nasıl hayata geçirileceğine dair ciddi bir
boşluk bulunuyor. Karbon yoğun sektörlerde çalışan emekçilerin eğitimi, kırılgan grupların desteklenmesi ve enerji yoksulluğuyla mücadele gibi sosyal politika bileşenleri, somut adımlar olmadan sadece iyi niyet beyanı olarak kalıyor.
5. Katılım, Şeffaflık ve Denetim Mekanizmalarının Zayıflığı
Yasa teklifinde kamuoyunun karar süreçlerine katılımı, bilgiye erişimi ve adalete ulaşımı konusunda
güvence sağlayan hükümler yer almıyor. Ayrıca, TBMM’nin süreci izlemesi için bir denetim
mekanizması öngörülmemiş. Bu durum, hesap verebilirlik açısından ciddi bir açık yaratıyor.6. Emisyon Ticaret Sistemi ve EPİAŞ’ın Rolüne Dair Soru İşaretleri Yasanın merkezine yerleştirilen Emisyon Ticaret Sistemi (ETS), ne kadar işlevsel olabileceği konusunda tartışmalı. Sistemin Enerji Piyasaları İşletme A.Ş. (EPİAŞ) tarafından yürütülecek olması ise çıkar çatışması ihtimali nedeniyle kaygı yaratıyor. EPİAŞ’ın aynı zamanda elektrik piyasasında aktif bir oyuncu olması, tarafsızlık ve denetim ilkeleriyle çelişiyor.
Sonuç: Hukuki Çerçeve Yeterli mi?
Türkiye, iklim krizinin etkilerini en ağır biçimde yaşayan ülkelerden biri. Dolayısıyla bu soruna karşı
geliştirilecek yasal çerçevenin; bilimsel temellere oturan, sosyal boyutları gözeten ve toplumsal katılımı güvence altına alan bir yapıda olması gerekiyor. Ankara Barosu’na göre, mevcut İklim Kanunu Teklifi bu beklentiyi karşılamıyor. Bu haliyle teklif, ne Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmesine imkân tanıyor ne de yurttaşların iklim adaletinden faydalanmasını sağlayamıyor.



Yorumlar