top of page

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ VE KADIN HAKLARI - Lale Incesu

  • Yazarın fotoğrafı: Lale Incesu
    Lale Incesu
  • 7 Ağu
  • 4 dakikada okunur

8 Mart Dünya Kadınlar gününe maalesef kadınlar için çok önemli olan İstanbul Sözleşmesi korumasından uzak giriyoruz.


Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre,halen 3 kişiden biri hayatının bir döneminde en az bir kere şiddete uğradı. Ocak 2023 yılında Türkiye’de 31 kadın, eski sevgilileri,eşleri veya yakın akraba erkekler tarafından öldürüldü.


Tablo bu kadar korkunçken,sadece kadın olduğu için işlenen cinayetlerin bu kadar olduğu bir ülkede,geçmiş dönem kadın hakları aktivistlerinin ön ayak olması ile 2011 de Türkiyenin en büyük ili olan İstanbul’un adı ile bir Sözleşme imzalandı. 


Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin büyük bir çoğunluğu sözleşmeyi takdirle karşılayarak, 40’tan fazla Avrupa devleti ile bir bütün olarak AB tarafından imzalanarak,34’ü tarafından onaylandı. Sadece 2018’de dokuz ülkede (Hırvatistan, Kıbrıs, Almanya, Estonya, Yunanistan, İzlanda, Lüksemburg, Kuzey Makedonya ve İsviçre) yürürlüğe girdi ve 2019’da İrlanda tarafından da onaylandı.


Sözleşmenin imzalanmasından  10 yıl sonra ise maalesef bu sözleşmenin feshine karar verildi. Danıştay tarafından bu fesih işleminin iptaline ilişkin dava da reddedilerek artık İstanbul Sözleşmesi geçersiz kılındı. 


İstanbul Sözleşmesini bu kadar önemli yapan nedir?


İstanbul Sözleşmesi kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi ve şiddetle mücadele edilmesine destek olmak için çıkarıldı. Sözleşme ile  milyonlarca kadının ve kız çocuğun hayatını kurtarabilirdi. 2020 yılının Şubat ayında İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin gündeme gelmesiyle beraber çeşitli  yazılarda, siyasi  söylemlerde ,İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik  saldırılara  tanık olduk.

 İstanbul Sözleşmesi’nin tartışmaya açıldığı temel maddeler; Sözleşmenin 4.maddesinin  geleneksel aile yapısını bozduğu, nikahsız birlikteliğe teşvik ettiği itirazıydı.  “toplumsal cinsiyet”, “cinsel yönelim”, “cinsel kimlik” gibi ifadelerin insanları ahlaksızlığa/ sapkınlığa ve eşcinselliğe sürüklediği savunuldu. Bu sözleşmenin, nikaha karşı olduğu, nikahsız birlikteliğe, evlilik dışı ilişkiye teşvik ettiği; LGBTİ+ veya sapkınlığı meşru kıldığı belirtildi. Ayrıca ‘’Kadının beyanı esastır’’ ilkesinin, delilsiz beyan esas alınarak dürüstlük kavramının sekteye uğratıldığı,  hukuk düzleminin  kötüye kullanıldığı iddia edildi.Bu nedenlerle   sözleşme feshedildi.


İstanbul Sözleşmesi’nin hiçbir ‘gizli amacı’ yoktur. Tek amacı kadınlara ve kız çocuklara yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti önlemek ve bunlarla mücadele etmektir.


Eleştirilere yol açan, Sözleşmede geçen ‘’Kadının beyanı esastır’’ ilkesini Yargıtay da;

‘’kadının beyanı, yargılama sırasında; hayatın olağan akışına uygun, samimi, tutarlı ve istikrarlı, mağdur ile bir husumetten kaynaklanmayan, olay ertesinde hemen tanıklarla paylaşılmış, doktor raporları ile belgelenmiş ve sanık tüm bunları çürütemedi ise hükme esas alınmalıdır.’’ Görüşü ile teyit etmiştir.

Nikahsız beraberlikler tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bir gerçektir.


İnsanların cinsel yönelimleri de farklılık gösterebilir. İstanbul Sözleşmesinin amacı,bu yönelimleri teşvik etmek değil ,başta kadınlar ve kız çocukları olmak üzere tüm dezavantajlı grupları şiddetten korumaktır. Şiddetten korumak konusunda devletlere altın bir standart sunulmuştur. Nahide Topuz vakasından sonra Türkiye tarafından çıkarılan bu yasa, şiddete karşı tüm dünyaya şiddete uğrayanların bir çığlığı gibiydi. Bu şiddet eylemlerinin giderek arttığı ülkemizde sözleşmenin 5.ve 6.maddesi ülkeleri yalnızca cezai yaptırım uygulamakla sorumlu tutmamakta, Devletler toplumsal cinsiyet konusunda hassasiyet gerektiren politikalar üretmekle, bu politikaları hayata geçirmekle, yaygınlaştırmakla ve denetlemekle yükümlü kılınmaktadır.


Sözleşmenin II. bölümünde (Bütüncül politikalar ve veri toplama) ve III. bölümünde (Önleme) devletlerin hayata geçirmekle mükellef oldukları bu politikalara yönelik ayrıntılı açıklamalar bulunmaktadır. Bu bağlamda devletler şiddetle mücadele konusunda kapsamlı, etkili ve bütüncül politikalar üretmeli; buna dönük finansal kaynak tesis etmelidir. Bu politikaları hayata geçirirken çeşitli kurum, kuruluş, sivil toplum örgütleri ile iş birliği hâlinde çalışmalıdır. Devletler her türlü şiddet eyleminin önlenmesi konusunda farkındalığı artırmakla yükümlüdür. Taraflar kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların eğitim alanında resmî müfredata eklenmesine yönelik hamleler yapmalıdır.


Ayrıca, sözleşmenin 14. Maddesinde,Eğitim kurumlarının ve müfredatların düzenlenmesiyle toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve şiddete yönelik farkındalığın artırılarak önüne geçilebileceği vurgulanmıştır.


Sözleşmenin IV. bölümü (Koruma ve destek) taraf devletlerin her türlü devlet mekanizması, kurumları ve sivil toplum kuruluşları dahil olmak üzere işbirliği hâlinde yasal tedbir almakla yükümlü olduklarını belirtir. Bu bağlamda psikolojik danışmanlık hizmetleri, finansal yardım, sağlık hizmetleri sağlama gibi konular “Genel destek hizmetleri” isimli 20. maddede örneklenir. 23. madde uyarınca mağdurlara, özellikle kadın ve çocuklara güvenli ve erişilebilir barınak sağlanması; 24. madde uyarınca ise telefon yardım hatlarının oluşturularak her türlü şiddet karşısında ulaşılabilir hâle getirilmesi öngörülür.

Sözleşmenin V. bölümünün (Esasa müteallik hukuk) 32. ve 42. maddeleri arasında zorla evlendirme, çocuğun evliliğe zorlanması, kadın sünneti, kürtaja veya kısırlaştırmaya zorlama, psikolojik şiddet, taciz amaçlı takip, fiziksel şiddet, cinsel şiddet eylemleri ve “sözde” namus adı altında işlenen suçlar dahil olmak üzere tüm şiddet biçimlerine yönelik hukuki korumalar açıklanmıştır.


Sözleşmenin 46. maddesi uyarınca suçun kanunlarca kabul edilen eş, eski eş ya da birlikte yaşanan bireye karşı aile üyelerinden biri tarafından, mağdurla beraber yaşayan biri tarafından veyahut sahip olduğu yetkiyi suistimal eden biri tarafından işlenmesi durumunda ceza ağırlaştırılmaktadır. Bu maddede özellikle boşanılan erkeğin, birlikte yaşanan bireyin/partnerin uyguladığı veya hane içinde yaşayan bireylere -özellikle çocuğa- uygulanan şiddetin önlenmesine yönelik geniş bir hukuki koruma alanı oluşturulduğu görülür. 48. maddede bu sözleşme kapsamına alınan her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak arabuluculuk ve uzlaştırma gibi alternatif hukuk yollarının kullanılması yasaklanır.


Son olarak sözleşmenin VII. bölümünde (Göç ve sığınma), tarafların iltica başvurusu yapanlar için toplumsal cinsiyete duyarlı ülkeye kabul usullerinin ve destek hizmetlerinin yanı sıra mülteci statüsünün belirlenmesi ve uluslararası koruma için başvuruyu da kapsayan, toplumsal cinsiyete duyarlı sığınma usullerini oluşturmak için gerekli yasal veya diğer tedbirleri almakla yükümlü oldukları belirtilir. Kısaca, İstanbul Sözleşmesi’nin mülteci ve göçmen kadınlar ve kız çocuklar için özel hükümler içermesidir. Örneğin sözleşme, ikamet statüsü istismarcı partnerlerinin ikamet statüsüne bağlı olan, ev içi şiddetten hayatta kalan göçmen kadınlara partnerlerinden bağımsız olarak ikamet statüsü verilmesine olanak sağlamaktadır.


Ayrıca sözleşme, devletlerin, kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti 1951 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme’deki anlamıyla bir zulüm biçimi olarak tanımasını ve kadınlar ve kız çocuklar Avrupa’da uluslararası koruma talep ettiğinde bir kriter olarak kabul etmesini gerektirir.


Sözleşmede belirtilen tüm maddelerin uygulanması halinde, İstanbul Sözleşmesi kapsamında kurulan, Grevio (Şidddete karşı uzman eylem grubu) tarafından denetlenerek, şiddeti önlemede sığınma evleri açmak, etkin yargılama, kadının istihdamı ve toplumsal cinsiyet farkındalığı gibi konularda uluslararası arenada  yaptırımı da olan bir şiddeti önleme mekanizması varken, sadece yerel  ve şiddeti önlemede yetersiz kalan 6284 sayılı Ailenin Korunması VE Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair  kanun, Türk Ceza Yasası ve Medeni Kanunun Aile Hukukuna ilişkin hükümleri ile sınırlı kalan şiddetin önlenmesi kanunları halen ayda 31 kadının öldürülmesi sonucu ile karşı karşıya kalmamıza sebebiyet vermiştir.


Şiddetin önlenmesi ile ilgili iki ileri bir geri uygulamalara artık bir son verilmesi gerekmektedir. En temel insan hakkı olan yaşama hakkının bile kadınlara, kız çocuklarına LGBTİQ+ bireylere çok görüldüğü ,hala ‘’Namus cinayeti’’ bahanesi haksız tahrik indirimlerinin yapıldığı bir ülkede yaşamak hepimizin ortak ayıbıdır.


İstanbul Sözleşmesi yaşatır!

 
 
 

Yorumlar


bottom of page